15 Temmuz 2007 Pazar

* götür

Kekik kokan Ege dağlarından birinin, denizi ilk gören virajında; sağa çekip, denizin nemini ciğerlerime bir tutam tütünümle doldurup rüzgara bırakmak isterdim şimdi. Belki dumanı sana kadar gelirdi.

11 Temmuz 2007 Çarşamba

limit aşk sıfır'a giderken

karmakarışık sayılar kümesinde bir “aşk” sayısı tanımlanıyor. ‘limit aşk 0’a giderken sevgikare eksi kırgınlık artı iki özveri bölü katlanma’ fonksiyonunun çözüm kümesini; yatay eksende zamanın ve dikey eksende beklentilerin gerçekleşme düzeyinin bulunduğu ruhani koordinat düzleminde gösteriniz.

son deklanşör

hep yakınlarda olan odağım çook uzaklara gitti bugün. objektifim adeta balık gözüne dönüşüp geçmişten en güzel, en geniş kareleri getirdi.

bir ara öyle kareler geldi ki gözümün önüne taa en eskilerden.. insanlar gülümseyerek poz veriyor ve ben uzak bir köşede bacak kadar boyumla somurtarak bekliyorum flaş patlasın diye. ve patlıyor. sırtımda ilk çantamla, siyah önlüğümle, cebimde beyaz mendilim ve yakalığımla bekliyorum flaş patlasın diye. ve patlıyor. sonra fotoğraflar belirginleşiyor biraz daha; renk geliyor. ilk kravatımı, ilk ceketimi giydiğim, ilk aşık olduğum, aşkı çocukça yaşadığım senelerde arkadaşlarımla ilk "erkek" muhabbeti yaptığım günlerde yüzümde sivilcelerimle bekliyorum flaş patlasın diye. ve patlıyor. yatılı okuduğum ilk gecemde, sabahı yarı uykuyla ederken; bir kıza sevgimi ilk dile getirdiğim, daha doğrusu getiremediğim günde ter içinde bekliyorum flaş patlasın diye. ve patlıyor. ilk sevişmemi hatırlıyorum; ilk kez bir kızın bedenini keşfettiğimi, ilk gerçek aşkımı yaşarken elele bekliyoruz flaş patlasın diye. ve patlıyor. üniformayı bırakıp üniversiteye merhaba derken, kabak çiçeği gibi açılırken bekliyorum flaş patlasın diye. ve patlıyor. elimde bir çıkışla fakülteden ayrılırken yüzümdeki gururlu gülümsemeyle bekliyorum flaş patlasın diye. ve patlıyor son kez, film bitiyor.

içimde yeni açtığım o bomboş albümüme özenerek, sakınarak, buruşturmadan, korkuyla biraz da heyecanla gün be gün yerleştiriyorum hepsini. eski kirli albümleriyse bodrumumun en karanlık bölgesine hapsediyorum. gidince hafızamı balıklaştırıp, her gün için albümümden aldığım bir kare fotoğrafta, donmuş ama renkli, eski fakat canlı, olmuş fakat bitmemiş, gelmiş fakat geçmemiş o günlerimi yeniden yaşamak istiyorum.

hayat curcunası

bu hayat curcunası içinde avazın çıktığı kadar bağırsan ne fayda, cılız bi ıslık kalır sadece; ki yokluğun elinden tutmuşsan bi kere,bırakmaz da, sindirilirsin sessizce. tonların değişir; si minörden başlayarak do majore doğru ilerlersin. gün gelir sen de kendi sesini duymamaya başlarsın. kımratmazsın dudaklarını hatta. işte o zaman bu hayatın çatlak sesli yutucu melodisinde binlerce çatlak sesin arasında bir nota oluverirsin.

melodi

elimi tuşların üzerinde gezdiriyorum. tek tek bastım ama bulamadım sesini. küçük bir çocuğum ben, oyuncağımda yok senin notan; kaç oktavlık ki zaten.. hem sen hangi oktavdasın bilmiyorum ki.. hala annemin kollarında yaşıyor, çiçekli bahçemizin yollarında koşuyorum.

sığışmak

sığışamadık bu geceye seninle.
ben yıldız oldum senin güneş olacağın tuttu,
sen ay oldun benim gölge olasım..
bir türlü sığışamadın geceye benimle.
ne bana bakmak istedin,
ne de yakamozlarını verdin bana..

* virgül

virgül kararsızlığında bir hayat benim yaşadığım parantezler arasına sıkışıp kalmış.. sola baksam aç diyor sağa baksam kapa. paragraflarda eziliyorum ben. ne zaman bir cümle kurmaya kalksam ya da ne zaman bir cümle içinde geçsen, biliyorum gidişatını ve vazgeçiyorum hemen. hiç satırbaşlarım olamıyor benim ya da büyük harflerim. Ne başını hatırlıyorum cümlelerimin ne de sonunu görebiliyorum.. Bazen ne dediğimi bile unutuyorum, onbinlerce sözcükten oluşan tamlamalar kuruyorum farkında olmadan. kaçmak istiyorum, tırnak içine alıyorum kendimi ama nafile. sayfaları çevirdikçe eskiyorum gibi geliyor ama biliyorsun ki yok sonsuz bir defter...
sonuna yaklaşıyormuşum gibi geliyor herşeyin.

muhasebesel aşklar

bir demirbaştım ben ofisinde sayılmayı bekleyen.tek buluşmamız envanter sayımında gerçekleşirdi seninle.çünkü çoğu kez tozumu bile almazdın sen benim.gelen geçen insanlar hiç değilse bakıp geçerlerdi bana,oysa sen hiç bakmazdın bile.varlığım sana güven veriyordu biliyorum ama varlığımla yokluğum arasındaki çizginin eni giderek daralıyordu.sen de her insan gibi,garanti gördüklerini bir kenara atıyordun,tıpkı beni de attığın gibi..ama o envanter sayımlarında tekrar gelirdim aklına zor da olsa.bu zorlayıcılık hoşuma giderdi,nasıl gitmesindi ki,nasıl farkettirebilirdim kendimi sana başka,cansız bir demirbaştım çünkü ben!

yıl sonu yaklaşıyor.

senelik buluşmamız aynı zamanda yıldönümümüz bizim.

seni seviyorum.

* tut ki

tut ki ellerini kaldırdın havaya,güneşe doğru;

bulutları aldın avuçlarının arasına.

peki söyle bana,

değdi mi gökyüzüne hükmetmek kör olduğuna...?

sigara

parmaklarına değen sıcaklık artmaya başladıysa, sigaran bitmiş ve yenisini yakmanın zamanı gelmiş demektir.

piç

onu unutmak adına türlüsüyle beraber oldum. hem de zerre kadar aşık olmadan. hepsiyle kukla gibi oynadım, istediğim yere çektim hepsini. eskisi gibi fedakar olsaydım onlar da içime edip gideceklerdi eminim; o potansiyeli gördüm çünkü hepsinde.. herbirinin o fıldır fıldır bakan o bir çift gözü, her şeyi yaparım diyordu bana. hepsine engel oldum. onlar beni değil ben onları ağıma düşürdüm. ne istersem yaptılar, yaptırdım. hiçbiri gıkını çıkarmadı. ben üstlerine geldikçe onlar daha bir bağlandılar bana. daha çok istediler beni. oysa hep ulaşılamaz oldum ben onlar için. o yüzden yapıştılar bana kene gibi. yapışsınlar istedim. hem böyle olması lazımdı. sinsi olmam gerekti, güçlü ve kararlı. ne tek bir damla gözyaşı dökmeliydim ne de onları bir tahta oturtup bana hükmetmelerini sağlamalıydım. huyuma suyuma gitmelilerdi beni elde etmek için. gittiler de, beni elde ettiklerini de sandılar hatta. sandılar ama avuçlarını yaladılar. bir bir ittim hepsini. sırf canım istedi diye ittim. ardıma bile bakmadım hiçbirinde. sadece bencil oldum, bencil oldukça acı çekmediğimi gördüm. kendimden tiksindim. ruhuma kustum, yüzümü yıkadım geçti sonra. elimi vicdanıma koydum, vicdanımı bulamadım her zamanki yerinde. O'nun kahpe tenini hissettim elimi atınca. bedenime kustum, yüzümü ekşittim. ellerimi yıkadım geçti. küvete girdim, büzüştüm ve suyun içinde haykırdım. her ses dalgası derime işledi, yaralarımı kanattı, hapsetti benliğimi. hepsine gel dedim, hepsi geldi ama hep O vardı 3. kişi olarak. onlar bunu bilemedi. teketekiz sandılar, yanıldılar. bilselerdi giderlerdi. ama hiçbiri gitmedi. ya hepsi fark edemeyecek kadar aptaldı, ya da ben kaşarlanmış bir aktördüm. belki de kör kütük aşıktılar bana, kimbilir. ben değildim ki aşık falan ne yazar onlarınki. onlar neydi ki? bir figüran, bir yamak hatta daha da kötüsü bir ibrikçi. ya da kıçımı yalamak için sırada bekleyen çakaldı hepsi. banane. değilsiniz umrumda ve değildiniz de. elimi yıkadım, yüzümü yıkadım rahatladım her defasında. ne ellerim ne de yüzüm aşındı yıkanmaktan ama ne fayda ruhum kararmış benim. şimdi elimde kocaman bir hiç var.... demeyeceğim..elimde bir hiç yok. elimde bir piç var şimdi. kimden olduğu belli olmayan, herkesin ortak malı olmuş bir piç var. o hepinizin malı,ama benim değil. onu elime siz tutuşturdunuz. içimde bir volkan vardı. hepiniz acı çekmeye gönüllüydünüz, ben de hepinize püskürttüm lavları. neyin volkanıydı bilemediniz. ne zaman söneceğini de. korlar delik deşik etti herbirinizi ama doymadınız, doymadıkça püskürttüm hepinize. şimdi kalbimde bir volkan var. sönmüş bir volkan. ne siz varsınız ne benim volkanımdan lavlar püskürüyor artık. O hepinizde farklı yaralar açtı, siz benden sanıyorsunuz ama ben onun acısını sizlere kustum, siz varın benden bilin. öznesi nesnesi farklı ama yüklemi aynı sonuçta. içimdeki yangını söndürdünüz ya, o irinli lavları fışkırtan volkanımı durdurdunuz ya, bu bana yeter. elime bir piç verdiniz. ister tatlı bir anı, ister sövülesi bir mazi olsun sizin için. ben onu kucağımdan attım artık, siz de ne halt yerseniz yiyin onla.
sevmek...dilekolay..
bir düştümü ateşi içine, buruk tatlı bir tad alırsın, cız eder için, ellerin soğur, terlersin, gerilirsin, kıpır kıpır olursun, çeyiz sandığından çıkarırsın en saf duyguları, sararmış düşlerini ağartmaya uğraşırken bir zamanlar, apak çıkıverirler karşına.
gülümsersin, dudaklarında utangaç bir gülümseme dolanır, dilin damağına yapışır, susamışlığın aklına gelir, bir yudum kesmez kuruluğunu. esiri olmaya başlamışsındır yavaş yavaş. her gün bir yudum, bir yudum daha her gün. gitgide daha fazlasını istersin. gün gelir biter, bulamazsın.
beklersin. bir damla için feda edilmeye hazırdır herşey gözünde. o vermek istemez sana artık, ve sen farklı tatlar aramayı seçersin. bencilliğin bir köşededir çünkü kolayca etkisi altına alır seni.
ararsın, bulamazsın bir benzerini. ya damak tadın değişmiştir, ya da sen maymun iştahlısındır artık.
vazgeçersin.
sevmek...dilekolay..

tek hamlede silebilme şansı

içimden hepinizi tek bir hamlede silebilme şansım olsaydı eğer, "hiç düşünmeden yaparım" deyip ahmakça bir öfkeye kapılmaz; öyle hazırlıksız zamanınızı kollardım ki; işte o zaman "keşke" konusu dünlerinize ve "umut" konusu yarınlarınıza bir nefes kala yaklaştığınız ama bugünün hendeğinde yok olduğunuz ve bunu farkettiğiniz an olurdu.

küçük bir hayat istediğim

Küçük bir hayatım olsun istiyorum
Koynunda yatabilecek kadar sıcak;
Beni ısıttığın kadar soğuk.
Sarılabilecek kadar yumuşak;
Yumuşaklığın kadar sert.
Yorulmadan taşıyacak kadar hafif;
Toprağı ezdiğin kadar ağır.
Tebessüm ettirecek kadar neşeli;
Gülüşün kadar üzgün.
Herşeyden olsun kararınca.
Dolu dolu yaşatacak kadar kısa;
Keşke dedirtmeyecek kadar uzun olsun.
Yolun sonuna geldiğim gün;
Arkamdan ağlanmayacak kadar yalnız,
Arkandan ağlamayacak kadar güçlü olmak istiyorum.

* üç noktalı cümleler

bugün üç noktalı cümleler kuruyorum... tıpkı şimdi olduğu gibi...ne tek nokta koyup sonlandırabiliyorum, ne de iki noktayla arada derede bırakıyorum... bir üç noktalı cümlenin keşkeleri gizli içimde; kararsız yüklemi, kırık öznesi..

kucaklamak dünyayı

şimdi ellerimi açıp yüzükoyun uzansam yere, dünyayı kucaklamış olur muyum ben?

peki ya sırt üstü uzansam yere,kaldırır mı dünya ağırlığımı...

son sabah ezanı

işte o ses.
onca müslümanı çağırıyor ibadete. katılıyorlar ya da katılmıyorlar bu çağrıya. bazıları sadece oturup dinliyor, müziğine kulak veriyor, ne dediğini bile umursamıyor: benim gibi.

dinlerken ne günahlarımın ne de sevaplarımın azlığından ya da çokluğundan endişe duyuyorum ne de bugün allah için ne yapmışım diye sorguluyorum kendimi. tek düşündüğüm eryaman'daki imamın ezanı hakkını vererek ve o melodinin derinliğini hissettirerek okuması, en önemlisi bunları hissetmem için müslüman olmanın yahut ezanın sözlerini dahi bilmeye gerek olmaması.dinlerken o derinliğin huzurlu mayhoşluğunda kaybolmamı sağlaması için sadece kulaklarımı dikmem yeter..sadece..
işte o ses.
sabah ezanı.
duymayagöreyim o sesi, hemen gözlerim dolar. o farklı bir makamdan okunur normalinden. daha içlidir, daha yakar içini insanın. geçen güne yakılmış bir ağıt belki de insanlar uykudayken onlara hissettirmeden, kendinle başbaşayken doyasıya ama sessizce dökülmüş bir damla gözyaşıdır. günden önceki son yakarıştır, yeni günün acıklı çağrısıdır. özlem, akabinde turuncu bir şafakla son bulur, camilerin ışıkları sönmeye başlar. ve hayat kaldığı yerden değil, olduğu gibi devam eder durmadan.

sabah ezanı.

işte o ses uğurladı benim dayımı meleklerin yanına. 23 Ağustos 2003, sabah 5:30 suları.. işte o acı ses aldı götürdü benden; ve onu seven diğerlerinden.. meğer onun özlemiymiş bu ezan sesi. ne kadar da istemiş "yeni" bir günü.. yarasız beresiz, kansersiz, irinsiz, acısız..

meğer vuslatmış o ezan sesi..sonsuzluğun ferahlığının vuslatı..
*
gitmeden önce sadece sen acı çekiyordun. gittin ve acılarını arkandakilere bıraktın dayıcım, öyle olsun...sen çekeceğine bizler çekelim acılarını, sen iyi ol yeter ki.

dayım'a

ve şimdi duruluyor denizim şu melodiden sonra. günün onca inişiyle çıkışıyla ala bora olmuş, akşamında seninle buluşmamızla son raddeye kadar kabarmış bu deniz, şimdi şarkısıyla usul usul ninni söylüyor ruhuma.yorgun ve bitiktin sen mezara girdiğinde. görmedim ama gülümsüyormuşsun öldüğünde. yine aynı gülümsemeyle girmişsin mezara. neydi seni gülümseten hiç bilemedim ama hep kendime yordum ben. belki de bundan sonra aramıza hastalığının girmesinden kurtulup, en sağlıklı halinle hayalimize hiçbir kaygı duymadan acısız, yarasız beresiz girebileceğini bildiğin için kimbilir.. ama gülümsemişsin sen.. göremedim.. o kadar acıyla geçirdiğin o uzun dönemden sonra hiç değilse o halini görmek isterdim. yorgun ve bitkin bedeninde gülümseyen bir çift dudak görmek.. karda açan kardelen gibi.. bir günlük.. belki de bir anlık.. ama göremedim. keşke görseydim..bugün mezarına gittik. ne kadar susamışsın dayıcım.. onca suyu döktük sana, bana mısın demedin hiç.. ihmal de etmezdik seni gerçi ama bu sıcaklar yerin üstündekileri kadar altındakileri de bezdirmiş görülen o ki. diktiğimiz o küçücük pelit de hemen yapraklarını büzüvermiş ama kurumamış inatla. biliyorum, sen o doyumsuz muhabbetinle ona susuzluğunu da unutturmuşsundur.su dökerken biraz çamur sıçradı etrafına. elimle sildim ama sıvaştı biraz yine. senin de hep benim gibi yapılan bir işin tam olmasını istediğini bildiğim için hemen sildim o çamuru ıslak mendille. o soğuk mermere renk geldi biraz sanki mendilin kokusuyla.. ama ne yazar.. senin kokun olmadan.. sen olmadan.. penceresiz bir odada yakılan florasan gibi..güneşsiz..geçen sünnet kasetimi buldum evde. vhs.. gittim çektirdim hemen cd'ye. tam güzel güzel seyrederken sen çıkıverdin.. çıkıverdin ve öylece kalıverdin. film kaydı ama seninle benim olduğumuz o kare donuverdi gözümde.. cd döndü, görüntü devam etti, ben o karede kalakaldım senin olduğun başka karelere kadar. sonra diğer kare geldi, dondu. aktı görüntü ama ben bu sefer de o karede kalakaldım..fotoğraflar,senin olduğun bir kaç tören cd'si,yazdıklarından aklımda kalanlar...bir de "Göksu sana emanet" vasiyetin var elimde.bugün bunları kucağımda getirdim sana.hepsine gözüm gibi baktığımı gör diye.gözüm gibi. gözümün içi gibi.gözlerinin içi gibi....rahat uyu.Can.

dehliz

bir dehlizde yürüyorum şimdi. önüm arkam sağım solum sobecilik oynuyorum bir yandan. bir ışık zerreceği görsem bağıracağım "sobe" diye ama hiç göremeyeceğim biliyorum. belki ilerde, belki hiç, ama şimdi değil. bir dakika..daha önce de geçmiştim buralardan sanki. bu karanlık hiç de yabancı değil bana çünkü. yine o siyah, yine o sessizlik. ayaklarım aynı sesi çıkarıyor yürürken. geçtiğim yol aynı. bu sefer önüm arkam sağım solum sobecilik oynuyorum farklı olarak. tek başıma da olsa oynuyorum. birinizi sobelemek için bile olsa ayakta duruyorum. durabiliyorum. bu son dehlizim değil, bunun gibi nice dehlizlerde yürüyeceğim ben daha, biliyorum. fakat herbirinde daha rahat atacağım adımlarımı. izlerim yol gösterecek bana. çarpmayacağım duvarlara, duvarlar kıskanıp bana çarpmaya çalışacaklar. ama ben yine yürüyeceğim yılmadan..o ışığı görene kadar.ışığa çıktığım gün muhtemelen siz beni çepeçevre sardığınız için benden erken davranıp sobeleyeceksiniz beni ve ben seve seve ebe olacağım sonsuza kadar. çünkü gözlerimi yumsam da, aydınlığı göreceğim göz kapaklarımda.

ters yüz

Gök doldu, bıraktı gözyaşlarını yeryüzüne. Hayata dimdik duran suretim, Düştü küçücük bir su birikintisine. Olan oldu bir kere, Şimdi aşkols...